Yükleniyor...

Aile Öyküm

Çanakkale'nin Ezine kasabasında yaşayan, Memioğulları diye anılan bir ailenin tek çocuğu Asım Efendi, Osmanlı'nın son kuşak memurlarındandır ve Nüfus Dairesi'nde çalışmaktadır. Tüm kasabanın nüfus hareketleri ezbere bilir. Kendi ailesinin öyküsüne 7 kuşak geriye gidebilecek kadar hâkimdir ve ölmeden önce bunu yazarak büyük oğluna teslim eder. Büyük oğlu da bu metni yine büyük oğluna verir ve bugüne ulaşmasını sağlar. Asım Efendi, Emine Hanım ile evlenir ve iki oğulları dünyaya gelir. Büyük olan Ahmet subay olur, küçük olan Vehbi de doktor.

Mustafa Vehbi Bey, 1948 yılında Ankara Tıp Fakültesi'nin 319. mezunu olarak doktor olur. O dönemde memleketteki tek tıp fakültesi olan İstanbul Tıp Fakültesi'nden sonra Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi açılmış, yine o dönem "yurtlu" diye adlandırılan ve devlet adına okutulan tüm öğrenciler yeni açılan bu fakülteye sevk edilmişlerdir. Bu öğrenciler mezun olduktan sonra 5 yıl devlet adına zorunlu hizmet yaparlar. Bu sebepten genç Doktor Vehbi önce Ünye sonra Zile'de çalışarak bu 5 yıllık borcunu öder.

Ardından ilk 7 ayı Bursa'da olmak üzere Şişli Etfal Hastanesi Kadın-Doğum Kliniği'nde uzmanlık eğitimini tamamlar. "İhtisas bittikten sonra" ki bu yıl 1958'dir, "Baba nereden aklına buraya gelmek geldi?" sorusuna "Kırklareli boş dediler, ben de İstanbul'a yakın bir batı şehri diye kabul ettim" demiştir Vehbi Bey,

Yaşamı belli bir düzene oturunca da, 1960'da Birsen Hanım'la evlenir. Birsen Hanım, 20. yüzyılın başında çeşitli cephelerde savaşmış, 3 yıl İngilizlerin esri olarak Hindistan'da yaşamış bir Osmanlı Subay'ı olan Cemal Bey'in kızıdır. Cemal Bey'in babası Kastamonu'nun son Kadısı'dır ve aile o yörede Mollakadılar olarak bilinir. Parlak bir kariyer beklenirken Cemal Bey genç yaşta hastalanır ve İstanbul'daki doktorlar "Artık memleketine götürebilirsiniz" dediklerinde Kastamonu'ya getirilir ve orada kaybedilir. Melahat Hanım geriye kalan 2 oğlan ve bir kız çocuğunu tek başına büyütür.

Bambaşka yaşamlardan gelerek yolları kesişen Birsen ve Vehbi çiftinin bir yaş arayla iki çocukları olur. İlki kız, Ayşegül, ikincisi erkek, Asım. Bebeklik, çocukluk derken günü gelince evlerinin hemen yanındaki Cumhuriyet İlkokulu'na giderler. Oradan Merkez Ortaokulu'na ve oradan da Kırklareli Atatürk Lisesi'ne. Asım, son yılını Beyoğlu Atatürk Lisesi'nde tamamlar ve 1979 yılında İstanbul Tıp Fakültesi'ne girer.

Fakülte yılları sadece tıp eğitimi açısından değil, sosyal açıdan da çok zengin geçer. Bilmediği birçok şairi, yazarı, yönetmeni ve daha pek çok değeri o yıllarda öğrenir. O yıllar sonradan yaşamına büyük ölçüde yön verecek kadar etkili olmuş, önünde bambaşka ufuklar açılmıştır. Fakültenin son stajını yapmadan 6 ay İngiltere’ye gider ve dönüşünün hemen ardından mezun olur. Zorunlu hizmet kurasını çeker ve Burdur İli'nin Yeşilova Kazası'nın Salda Köyü'ne tayin olur. Orada yaklaşık bir yıl kalır ve sınavı kazanarak Yedikule Göğüs Cerrahi Merkezi'nde Göğüs Cerrahisi ihtisasına başlar.

İhtisasını yaparken bir dönem Amerika'ya gider ve dünyanın ne kadar büyük, dünya tıbbının ne kadar ulaşılmaz olduğuna şaşarak geri döner. Dönemin koşullarında ihtisasını tamamlar ve kısa bir Heybeliada Sanatoryumu macerasından sonra askere gider. Diyarbakır Asker Hastanesi'nde uzman olarak çalışır. Orada, daha önceden bildiğini zannettiği insanlık, dayanışma, dostluk, toplumsal sorumluluk, doktor olarak sorumluluk gibi kavramları çoğu acı deneyimlerle tekrar tekrar gözden geçirir. İlk kez kendi başına karar verip bir hastayı ameliyata almanın sorumluluğunu üstlenir ve bunun zevkini tadar. Orada verdiği bazı tıbbi kararları hiç unutmaz. Bir kısmını büyük bir tatmin duygusuyla hatırlar, bir kısmını da "acaba bugünkü ben" duygusuyla. Süre bitince İstanbul'a döner ve Yedikule Göğüs Cerrahi Merkezi'nde çalışmaya başlar.

Cerrahi yaşam tüm hızıyla sürerken daha başka ufuklara yelken açmayı ister. Aynı hastaları aynı teknikleri her gün tekrar kullanarak ameliyat etmek ulaşabileceğimiz son nokta olmamalıdır. Daha fazla eğitim alması gerektiği kararına varır ve birkaç gün içinde İngiltere'nin en ünlü cerrahına başvuru mektubu gönderir. Yazışmalar ve gerekli işlemler biter ve 1996 yılının ilk günlerinde İngiltere'ye gider. Orada iki yıla yakın bir zaman çalışır. Birçok ameliyata girer, çalışmaya katılır, birçok yazı ve sunum hazırlar. Tüm cerrahi formasyonu yeniden şekillenir. Ardından 2000 yılında aynı hastaneye bir kez daha gider ve bir yıl daha çalışır. Cerrahi kadar bir cerrahi kliniğini yönetmenin ne demek olduğunu daha iyi anlar. Bu süre içinde önünde açılan iş olanakları karşısında haftalarca bocalayacak ve bu ikilemi ülkesine dönmeye karar vererek atlatacaktır. Bu, sonraki yıllarda, her türlü zorluğa rağmen hiç pişmanlık duymadığı bir karardır. Dönüşünden birkaç yıl sonra evlenir, Leyla ve Nazlı adında iki kızı olur.

Klinik Şefi olduğu 2004 yılına kadar meslek yaşamının en zorlu ve sıkıntılı yıllarını geçirecek ve bu sürenin sonunda, bir öğleden sonra kimseyle vedalaşmadan, aralarla olsa da 16 yıldır çalıştığı Yedikule Göğüs Cerrahi Merkezi'nden ayrılacaktır. Kısa bir süre Vakıf Gureba Hastanesi'nde çalıştıktan sonra Süreyyapaşa Göğüs Cerrahi Merkezi'ne atanır. Orada çalıştığı altı yıl boyunca o güne kadar edindiği tüm cerrahi deneyimi kullanır ve kendini daha da geliştirir. Deneyimini, çalıştığı ekibin gücünü ve kurumun olanaklarını sınırlarına kadar zorlayacak ve kendi kendine “işte cerrahi böyle bir şey olmalı” diyecektir.

Ardından 2012 yılının başında daha geniş destek ve olanak bulabileceği Kartal-Koşuyolu Yüksek İhtisas EAH'ne geçer. Ufuk çizgisine gidebilmek, hatta onun da arkasına geçmek mümkün müdür? Belki başka birileri için veya başka yerlerde mümkündür ama her türlü fedakarlığa rağmen belli olur ki sistem yürümeden kişi koşamaz. Meslek yaşamının 30. yılında devlet hastanelerini bırakır, özel sektöre geçer.

Artık inanır ki, devlete olan borcu bitmiştir ama topluma olan borcu asla ve asla bitmeyecektir. Bu kubbede hoş bir seda değil, küçük bir tını bırakabilme olasılığı en büyük motivasyon kaynağıdır.

CA Kutlu